Suriye’de bir insanlık dramı yaşanıyor.
Değil Babalar Günü’nü kutlamak orada çocuklar işkence ve zulüm görüyor.
Kiminin babası yok artık…
Kiminin Babalar Günü’nü kutlayacak bir çocuğu…
Bırakın bir günü, yaşadıkları her bir saniyeye şükrediyorlar belki de.
İşkence, tecavüz, cinsel taciz, insanlık dışı muamele…
İnsan haklarının hepsi çiğneniyor, ihlal ediliyor, tüm suçlar göz göre işleniyor ve sadece izleyip kendi kendimize konuşuyoruz…
Hepimiz buna sadece seyirci kalıyoruz.
Biz de bu suçu işleyenlerin suçuna ortak oluyoruz.
Savaş zaten kötü tamam neresinden değerlendirirsek değerlendirelim ama BM gözlemcileri, birçok ülkede yıllardır gördükleri tablolara rağmen, hayatlarında Suriye’deki gibi böyle bir zulüm yaşanmadığını söylüyor, tüyler ürpertici bir rapor sunuyorlar.
BM'nin çatışma bölgelerindeki çocukların durumuyla ilgili özel temsilcisi Radhika Coomaraswamy, Suriye'deki çalışmalarının ardından hazırladıkları raporun sonuçlarını şöyle özetliyor:
“Tabii ki savaşlarda çatışmalar sırasında çocuklar da ölüyor. Ama işkence, çocukların tankların önünde canlı kalkan olarak kullanılması ya da infazlar… Böyle bir şey yok. Gerçekten korkunç.”
Bunları okuyunca insanın tüyleri diken diken oluyor.
Bu nasıl bir vahşettir böyle?
İçim sızlıyor düşündükçe öfkeden deliye dönüyorum.
Daha küçücük çocuklara reva görülen bu muamele, hangi duygunun ya da mücadelenin eseri?
Bu yapılanlar Müslümanlıkla bağdaşıyor mu?
Haykırmak, bağırmak:
"Ya onlar çocuklar, daha çok küçükler,onlar masumlar,onların sadece sevgiye ihtiyacı var,onların hiç suçu yok ki!" diye feryat etmek istiyor insan.
Ama sesi çıkmıyor!
Babalar Günü yaklaştığı için kampanya haberleri yapıyorum çocuklar babalarına hediye seçsinler diye…
Ama içim sızlıya sızlaya, kendime inanmaya inanmaya…
Suriye’de çocuklar kan ağlıyor!
Kan kusuyor.
Ölüyor, yok ediliyor.
Çığlıklarını kimse duymuyor.
Bitmiyor, durmuyor, durdurulamıyor bu zulüm…
Kimse hiçbir şey yapamıyor.
Haberlerini, sadece onların haberlerini yapayım istiyor, okuyor okuyorum, okudukça onlar adına daha çok korkuyorum. Bakamıyorum gördüğüm fotoğraflara…
İçim kaldırmıyor, ruhum elvermiyor…
Şartlar elverse gitsem, sarılsam bir tanesini kurtarabilsem keşke diye, çaresiz kendimi kandırıp telkin etmeye çalışıyorum ama olmuyor.
Başaramayacaklar ama…
Biliyorum başaramayacaklar sonunda.
Buna inanmak istiyorum.
Yaptıkları cezasız kalmayacak elbette.
Kimse sonsuza dek sessiz kalmayacak!
Ne kadar esir alsalar da, ne kadar işkence etseler de, onların içinden bazı çocuklar yaşayacak ve ayakta kalacak.
Ve bir şekilde büyüyecek.
Yaşadıkları travma, yüreklerinden ne yazık ki hiç ama hiç silinmeyecek.
Onlar acılarıyla, gördükleri zulümle büyüyecek…
Ne yapmalı, ne etmeli, onları nasıl iyileştirmeli, bunun bir yolu olmalı diyor insan diyor da…
Ne yapıyor?
Ne yapıyoruz?
Tüm bu düşüncelerle boğuşurken, günlük savaşsız hayatımızın içinde, çocukları düşündüğüm her an elime sevgili Tayfun Talipoğlu’nun kitabını alıyorum, sayfaları çeviriyorum, fotoğraflara bakmak istiyorum.
Ama o yalansız, masum, saf çocuk gözlere bir türlü bakamıyorum.
Kaçırıyorum gözlerimi.
Bakamıyorum, çünkü utanıyorum.
Elimden bir şey gelemiyor kuru kuru üzülmekten başka diyor…
Bu sefer çaresiz kendimden utanıyorum.
İçim kan ağlıyor, sadece şiiri okuyorum.
Beynimden sürekli geçen, kulaklarımda ‘çın çın’ çınlayan sadece şu dizeler oluyor:
“Onlar çok ve çocuklar…
GÖZLERİNDEN dillerine dökülürse bir gün SORULAR,
Sürdürebilecek miyiz aynı YALANI?
Yoksa yine SUSTURACAK MIYIZ onları?
Onlar çok ve ÇOCUKLAR…
Sessiz de kalsalar, bizi BAĞIŞLAMAYACAKLAR…
MAZARETLERİMİZE inanmayacaklar…
Yaşamımızda görünmedikleri her karenin, HESABINI SORACAKLAR.
Hazırlıklı olmak gerek:
ÇÜNKÜ ONLAR, ŞİMDİLİK ÇOK VE ÇOCUKLAR”
Ferda ŞEN
Bahçeşehirnews
E-mail: ferdasen@bahcesehirnews.com
Değil Babalar Günü’nü kutlamak orada çocuklar işkence ve zulüm görüyor.
Kiminin babası yok artık…
Kiminin Babalar Günü’nü kutlayacak bir çocuğu…
Bırakın bir günü, yaşadıkları her bir saniyeye şükrediyorlar belki de.
İşkence, tecavüz, cinsel taciz, insanlık dışı muamele…
İnsan haklarının hepsi çiğneniyor, ihlal ediliyor, tüm suçlar göz göre işleniyor ve sadece izleyip kendi kendimize konuşuyoruz…
Hepimiz buna sadece seyirci kalıyoruz.
Biz de bu suçu işleyenlerin suçuna ortak oluyoruz.
Savaş zaten kötü tamam neresinden değerlendirirsek değerlendirelim ama BM gözlemcileri, birçok ülkede yıllardır gördükleri tablolara rağmen, hayatlarında Suriye’deki gibi böyle bir zulüm yaşanmadığını söylüyor, tüyler ürpertici bir rapor sunuyorlar.
BM'nin çatışma bölgelerindeki çocukların durumuyla ilgili özel temsilcisi Radhika Coomaraswamy, Suriye'deki çalışmalarının ardından hazırladıkları raporun sonuçlarını şöyle özetliyor:
“Tabii ki savaşlarda çatışmalar sırasında çocuklar da ölüyor. Ama işkence, çocukların tankların önünde canlı kalkan olarak kullanılması ya da infazlar… Böyle bir şey yok. Gerçekten korkunç.”
Bunları okuyunca insanın tüyleri diken diken oluyor.
Bu nasıl bir vahşettir böyle?
İçim sızlıyor düşündükçe öfkeden deliye dönüyorum.
Daha küçücük çocuklara reva görülen bu muamele, hangi duygunun ya da mücadelenin eseri?
Bu yapılanlar Müslümanlıkla bağdaşıyor mu?
Haykırmak, bağırmak:
"Ya onlar çocuklar, daha çok küçükler,onlar masumlar,onların sadece sevgiye ihtiyacı var,onların hiç suçu yok ki!" diye feryat etmek istiyor insan.
Ama sesi çıkmıyor!
Babalar Günü yaklaştığı için kampanya haberleri yapıyorum çocuklar babalarına hediye seçsinler diye…
Ama içim sızlıya sızlaya, kendime inanmaya inanmaya…
Suriye’de çocuklar kan ağlıyor!
Kan kusuyor.
Ölüyor, yok ediliyor.
Çığlıklarını kimse duymuyor.
Bitmiyor, durmuyor, durdurulamıyor bu zulüm…
Kimse hiçbir şey yapamıyor.
Haberlerini, sadece onların haberlerini yapayım istiyor, okuyor okuyorum, okudukça onlar adına daha çok korkuyorum. Bakamıyorum gördüğüm fotoğraflara…
İçim kaldırmıyor, ruhum elvermiyor…
Şartlar elverse gitsem, sarılsam bir tanesini kurtarabilsem keşke diye, çaresiz kendimi kandırıp telkin etmeye çalışıyorum ama olmuyor.
Başaramayacaklar ama…
Biliyorum başaramayacaklar sonunda.
Buna inanmak istiyorum.
Yaptıkları cezasız kalmayacak elbette.
Kimse sonsuza dek sessiz kalmayacak!
Ne kadar esir alsalar da, ne kadar işkence etseler de, onların içinden bazı çocuklar yaşayacak ve ayakta kalacak.
Ve bir şekilde büyüyecek.
Yaşadıkları travma, yüreklerinden ne yazık ki hiç ama hiç silinmeyecek.
Onlar acılarıyla, gördükleri zulümle büyüyecek…
Ne yapmalı, ne etmeli, onları nasıl iyileştirmeli, bunun bir yolu olmalı diyor insan diyor da…
Ne yapıyor?
Ne yapıyoruz?
Tüm bu düşüncelerle boğuşurken, günlük savaşsız hayatımızın içinde, çocukları düşündüğüm her an elime sevgili Tayfun Talipoğlu’nun kitabını alıyorum, sayfaları çeviriyorum, fotoğraflara bakmak istiyorum.
Ama o yalansız, masum, saf çocuk gözlere bir türlü bakamıyorum.
Kaçırıyorum gözlerimi.
Bakamıyorum, çünkü utanıyorum.
Elimden bir şey gelemiyor kuru kuru üzülmekten başka diyor…
Bu sefer çaresiz kendimden utanıyorum.
İçim kan ağlıyor, sadece şiiri okuyorum.
Beynimden sürekli geçen, kulaklarımda ‘çın çın’ çınlayan sadece şu dizeler oluyor:
“Onlar çok ve çocuklar…
GÖZLERİNDEN dillerine dökülürse bir gün SORULAR,
Sürdürebilecek miyiz aynı YALANI?
Yoksa yine SUSTURACAK MIYIZ onları?
Onlar çok ve ÇOCUKLAR…
Sessiz de kalsalar, bizi BAĞIŞLAMAYACAKLAR…
MAZARETLERİMİZE inanmayacaklar…
Yaşamımızda görünmedikleri her karenin, HESABINI SORACAKLAR.
Hazırlıklı olmak gerek:
ÇÜNKÜ ONLAR, ŞİMDİLİK ÇOK VE ÇOCUKLAR”
Ferda ŞEN
Bahçeşehirnews
E-mail: ferdasen@bahcesehirnews.com