Twitter

19 Ekim 2012 Cuma

Ateş düştüğü yeri yakıyor sadece!

19 ayda 3 bin 176 çocuk hayatını kaybetmiş. Bana göre cinayete kurban gitmiş.
 
Dün Anadolu Ajansı’ndan bir haber geçti…

“Suriye'de ölen çocuk sayısı 3 bini geçti.” diyor ve şöyle devam ediyordu:

“Son 19 ayın verilerine göre, Humus’un yanı sıra, 561’i Halep’te, 392’si Şam’ın banliyölerinde, 356’sı İdlib’te, 303’ü Hama’da, 296’sı Dera’da, 239’u Deyr’uz-Zor’da, 114’ü başkent Şam’da, 169’u ise ülkenin diğer kentlerinde olmak üzere Esed yönetiminin askeri operasyonlarında ülke genelindeki olaylarda 3 bin 176 çocuk hayatını kaybetti. İstatistiklere göre bunların bin 135’i bombardımanda, 272’si uçak saldırısında ve 179’u keskin nişancı ateşiyle hayatını kaybetti.”

Bakın!…

Dikkat edin buraya!...

Keskin nişancı.

Şok oluyor insan!

Bunlar keskin nişancı üstelik. Demek bir de keskin nişancı olmasalar ne olacak düşünmek dahi istemiyor insan.

“İşkence” kelimesini lanet olsun ki kullanmak zorunda olduğum için yazıyorum bundan bahsetmeye kalkınca tüylerim ürperiyor, insanlığımdan utanıyorum çünkü! Bir dünya duygu üşüşüyor beynime okudukça. Ne sinirlenmek, ne yazmak, ne de başka şey çözüm olmuyor esasında ama insan gene de yazmadan duramıyor.

Çözüm yok!

Aylardır süren bu insanlık dışı duruma hiçbir devlet, hiçbir kurum henüz çözüm üretebilmiş değil.

Ama neden çocuklar, neden onlar?

Onları korumanın bir yolu yok mu?

Çocuğun ülkesi yoktur ki!

Çocuğun ırkı yoktur ki!

Çocuğun dini yoktur ki!

Onlar, kim elini uzatsa sevgiyle ona gider masumca başına ne geleceğini bile bilmeden.

Onları bizler şekillendirir, vatandaş yapar, dini öğretir, memleket vatan sevgisini aşılar, faydalı-ülkesini seven bireyler haline getirmek için çabalar ya topluma kazandırır ya da baştan kaybederiz.

Bizler!

Yani anne-babalar.

Yani toplum.

Yani devlet.

Yani dünya yani insanlar…

Yaftalayamaz ve yargılayamazsınız ki onu hemen öyle henüz yasal yaşı gelmeden!

Kısacık bir araştırmayla baktığınızda, Türk Hukuk Sisteminde Ceza Kanunu, 18 yaşına kadar verilecek olan cezaları şu şekilde sıralıyor:

“12 yaşının sonuna kadar suç işleyen kişinin cezai sorumluluğu bulunmamaktadır. Ancak kişi en az bir yıl hapis cezası gerektiren bir suç işlemişse tedbir uygulanır. Yaşları 12 ile 15 arasında olan çocuklar, kısmi olarak cezai ehliyete sahiptir. Suçlu yaptığı fiilin bilincinde ve sonuçlarını kavrayabilecek durumda ise ceza, belirli oranda indirim uygulanarak verilmektedir. Aksi halde ceza verilmemektedir. Yaşları 15 ile 18 arasındaki çocukların işledikleri suçun bilincinde ve sonuçlarını kavrayabilecek durumda olduğu kabul edildiğinden ceza verilir ancak belirli bir oranda indirim uygulanır.”

Yazık değil mi onlara peki?

Neydi suçları?

Neden bu akıbeti yaşamak zorunda kaldılar?

Yoğunluktan, ara sıra gerek kişisel gerek Bahçeşehirnews Twitter adresinden bakabildiğim kadarı ile eleştiriler almışım.

“Bırakın Suriye’yi” diye yazmışlar bana!

Yani mesele ve benim yazdıklarım sadece Suriye meselesi imiş.

Suriye’de olanlar, Suriye’deki çocuklar, Suriye’deki mülteciler.

Ben yazanları suçlamıyorum, eleştirmiyorum.

Sadece eleştirilere cevaben soruyorum:

"Mesele Suriye meselesi mi sizce? Ya da Unesco’nun “2012 Dünya Eğitim Raporu’nda” yayımladığı, Afrika, Hindistan, Senegal, Etiyopya, Mısır vb. gibi ülkelerde bugün dünya üzerinde 61 milyon çocuğun okuyamıyor olma meselesi mi?"

Mesele, bugün içinde bulunduğumuz yüzyılda hala çocukların bırakın okuyamıyor olmalarını, katlediliyor, yok ediliyor olma meselesi.

Hala birtakım ülke çıkarları yüzünden, cezai sorumluluğu bulunan yetişkin insanların, asıl suçluların, iktidar hırsları yüzünden masum çocukları gözlerini bile kırpmadan katletme, işkence etme meselesi.
Ve bunu durdurmaya kimsenin gücünün yetmeme meselesi.

Niye?

Yine bir takım ülke çıkarları yüzünden!

Sahip çıkıp kucaklayacağımız, sevgiyle büyütüp sarmalayacağımız ve en önemlisi geleceğimizi emanet edeceğimiz varlıklara yaptığımız zulme isyan bu satırlar.

Bile isteye, akli melekesi yerinde verdiği kararlarla, küçücük çocukların hayatını elinden alabilme cüretini gösterebilecek cesarete sahip, canilere isyan meselesi benimkisi.

Reva mı bu o masum varlıklara?

Sizin, benim çocuğumdan ne farkı var onların?

Suçları Suriye’de yaşıyor olmaları mı? Ya da başka bir ülkede?

Yarın sabah bizim savaşa uyanmayacağınızın garantisi nedir bu günün şartlarında?

Şu anda, bu bizim ülkemizde de yaşanıyor olabilirdi! O zaman ne yapacaktık? Sesimizi çıkarmayacak mıydık kendi ülke çıkarlarımız için.

Susup oturacak mıydık yoksa?

Ölümüne siper olmayacak mıydık çocuklarımızın önünde “gücümüz ve yüreğimiz” yettiğince...

“19 aydır süren operasyonlarda, 0-16 yaş arasının değerlendirmeye alındığı SRMD verilerine göre, 10 yaşın altında hayatını kaybeden çocuk sayısı 2043, toplamda ise 36 bin 938 kişi olarak açıklandı.” diyor haberin sonunda Anadolu Ajansı ve kelimeler sonlanıyor.

Yani yaşam hakları zorla ellerinden alınan çocuklar, anne babalarını kaybedip öksüz ve yetim kalan çocuklar, anneler, babalar, askerler, kazanılacak yerde kaybedilmiş binlerce hayat yani.

Kalan halkın ne kadar yaşayabileceğini ise kimseler bilmiyor.

Ne için, ne uğruna!

Biraz düşünmek gerek.

Ateş gerçekten sadece düştüğü yeri yakıyormuş, başka yerleri değil!


Ferda Şen


BahçeşehirNews


10 Ekim 2012 Çarşamba

Keşke şimdi 18’imde olsam!


18 yaşımda olsaydım, acaba ne olurdu?
Şimdi keşke yeniden, 18 yaşımda olsa mıydım acaba?
O zaman benim de ülkemi yönetme adına bir şansım olur muydu ki? 

Yok aman yok! Maazallah düşünemiyorum bile vereceğim kararları o en asi zamanlarımda!...

Ki asiydim bende evet, herkes kadar.
Özgürlüğüme en az şimdiki kadar düşkündüm evet, herkes kadar.    
Hala ailemin eline bakıyordum o yaşımda evet, herkes kadar.
Hala pembe gözlüklerim vardı evet, herkes kadar.
Hala çok kırılgandım o yaşımda evet, herkes kadar…

Ooo eyvah’ ki ne eyvah!
Ki ben o yaşlarımda genel olanın aksine son derece sorumluluk sahibi ve tutumlu, sezgileri güçlü bir gençtim güya.

Oysa şimdi kendi hayatım hakkında verdiğim yanlış kararların ceremesini çekiyorum hala, herkes kadar…

Milletvekilliği yaşı 18 yaşa inecekmiş.
Gençlerin siyasete aktif katılımı sağlanacakmış mış mış!...
Hadi canım nasıl olacak bu peki?

Şu soru geliyor hemen insanın aklına!

“Ona gelene kadar, o zaman çalışma hayatı ile ilgili de bir reform yapın niye duruyorsunuz ki?”
Gençler 18’ini bitirir bitirmez hemen işe atılabilsinler, iş aramak zorunda kalmasınlar.
Deneyimleri olsun olmasın, hemen işe başlayabilecek durumda olsunlar o zaman.
Bu daha ivedi yapılması, bununla ilgili çalışmalara daha çok ağırlık verilmesi ve başarılması gereken bir konu değil mi?

Biz çocuklarımızı bu kadar donanımlı ne zaman eğittik, yetiştirdik, ülkeyi yönetecek sorumluluğu verebilecek hale geldiler çoktan da, benim haberim yok.

Ben burada mıyım?
Ben kimim, neredeyim, ben bu ülkede yaşamıyor muyum yoksa?
Yoksa zır cahil, her şeyden bir haber mi yaşıyorum hayatı acaba?
Ya benim aklımdan zorum var, ya da kıt akıllıyım!...
Ya da gerçekten bunu ortaya atanlarda bir tuhaflık var.
Anlayabilmek mümkün değil!...

Gerçekten kendimden şüphe etmeye başlayacağım bu gidişle yakında. Bırakın gençleri, çocukları daha minicik bir bebekken bile bir birey olarak kabul eden ve öyle davranan, çevresine bunu hep öğütleyen biri olarak, bu kadar geri kafalı olduğuma inanamıyorum artık.

Peh, bir de kendimi vizyon sahibi biri sanırdım oysa!

“Siz üniversiteyi bitirdiği halde bile, bir çocuğun hemen öyle kolay kolay iş hayatına atılamadığı bir ülkede, milletvekili olabileceğine kendiniz inanıyor musunuz?” diye sormak istiyorum.

Üstelik üniversite diploması bile yetmezken…
Bunun yanında en az iki dil, yüksek lisans, doktora ve bir de üstüne deneyim aranırken…

Nasıl milletvekili olacak bu çocukluktan çıkıp gençliğe ilk adımını henüz atan bireyler, biri bana söyleyebilir mi lütfen?

Birileri lütfen aklıselim düşünsün.

Niyetleri ne olursa olsun.
İstedikleri kadar ileri düzeyde düşünsünler.
Bir ülkeyi yönetmek ne kadar zor olursa olsun.

Bu azıcık aklı olan ve mantık sahibi bir insanın onaylayabileceği bir durum değil!

İş hayatına atılabilmek için neredeyse kusursuz birikim bekleyeceksin ama ülkeyi yönetmeye gelince olsun deneyime gerek yok.
Diploması olsun, reşit olsun ama en önemlisi “GENÇ” olsun diyeceksin.
Oldu…

Ünlü gazetecilerimizden biri, geçen akşam haber bültenini sunarken bağlandığı muhabire, “Koltuklarından olacaklar diye korkuyor olabilirler mi acaba?” diye komik bir soru soruyor…
Çünkü, parti içinde bazı milletvekillerinin bu konuda ‘çekinceleri’ varmış pek ikna olmamışlar deniyor.

İçlerinden bunu da geçiriyorlar olabilirler ayrı konu ama bence haklılar.

İnsan orta yaşlarda olgunlaşmaya başlıyor.
Ki bu uzmanlarca söylenen yaş dönemi. Ben uydurmuyorum yani! Kendi bireyliğinin henüz farkına varan bir genç, nasıl ülkeyi yönetmede söz sahibi olacak aklı almıyor insanın?

Burası Amerika mı?
Burası Avrupa mı?

Bizim ülkemizde hala gençler aileleri ile birlikte yaşıyor.
Gençlerimizin çoğunu hala aileleri okutuyor.
Çoğunun hala elektrik faturası, doğalgaz faturası günü gelmiş geçmiş haberleri bile yok.

Kırsalda işler biraz daha farklı olabilir ama çoğu şehrimizde bu yaşlarında hala okulu bitireceğiz, iş-güç sahibi olacağız, yuva kuracağız diye çırpınıyor bizim gençlerimiz…

Olsun ya önemi yok!
Onlar genç, onlar çalışkan, onlar zeki…
In, ın, ın ver gazı…

Olsun donanıma-deneyime gerek yok ülkeyi yönetebilirler.

Fazla söze gerek yok esasında…
“17-21 yaşlar arası kendine güven, caka ve gösterişin ağır bastığı delikanlılık-genç kadınlık dönemidir” diyor uzmanlar.

Bir de daha kötüsü, buna karşı çıkanlar gençlere güvenmiyor demek oluyormuş?
Ne alakası var?

Reform niteliğinde bir şey yapılmak istenmesini anlayabiliriz.
Buna gösterilen gerekçeleri de anlamaya çalışabiliriz.
Ama bir ülke yöneticisinin, vatandaşları hakkında ister genç ister yaşlı ister çocuk olsun, demogoji yapmasını kabul etmek mümkün değil.

Bu nasıl bir düşünce sistemi?
Anlayamıyor insan.

18’in erken bir yaş olduğunu düşünmek, gençlere güvenmemek anlamına gelemez.
Buna herkes güler…

İstisnalar kaideleri bozmaz.
Elbet çok parlak gençlerimiz var ki çoğu çocukluğundan belli eder kendini, kısa sürede birçok şeyi başarır, başarabilir…
Buna kimsenin sözü yok elbette.

Ama Başbakan diyor ki “ Zor olan seçilmek değil, seçmek…”…
Ben de diyorum ki “Hayır”…
Asıl seçilmek zordur.
Sanırım kendisi nasıl seçildiğini, ne kadar zor seçildiğini ve seçilene kadar neler yaşadığını unutmuş olsa gerek!

Peki empati yapalım.
Bir de onun tarafından düşünelim ve ‘haklısınız zor olan seçmektir’ diyelim…

Eee o halde nereye geliyoruz o zaman?
Bu ülke seçmeni bilinçli bir seçmen mi ki aday adayı gençlerin içinden parlak gençleri bulacak, oy çoğunluğu ile seçecek ve yönetimde olma yetkisini verecek.

Hatta biraz daha ileri boyutta düşünelim.
Daha henüz okulu bitirmemiş bu genç, bilmem ne kadar bütçe bulacak ve seçilecek.
Nasıl?
İl il gezecek, reklamı, tanıtımı, broşürü, bayrağı, pankartı, toplantısı vs. vs. vs…

Artık bu da bir sektör çünkü günümüzde…
Ve tanıtımsız, eğitimsiz seçilmek o kadar da kolay değil!Herkes o kadar şanslı da değil, Obama gibi bir danışmanı olsun!
Üstelik bir de sonunda kaybetmek de var.
Hem de baştan, girerken kaybetmeyi peşinen göze almak da var.

Herhalde babaları ‘sponsor’ olacak.

Zira ne yazık ki bizim ülkemizde gençlerin çoğu, hala anne-baba bile diyemiyorum demek isterdim oysa ama hala büyük çoğunluğu, babalarının sağladığı gelirle hayat kurmaya çalışıyorlar, bırakın milletvekili olmayı…

Yoksa henüz iş hayatına bile atılmamış bir genç, o kadar parayı nereden bulacak?
Yapmayın, lütfen yapmayın bu kadarı ikna edici olmuyor artık.

Bir yandan düşünüp bir yandan kendi yazdıklarıma, yazarken aklıma gelenlere, şaşırdıklarıma yetişemiyorum gerçekten artık.
En iyisi daha fazla uzatmayayım.

Bir kere, koskoca bir ülkeyi yönetecek adaylarda zaten şu anki ölçütler bir yetersiz, daha yukarılara doğru taşımamız gerekirken, biz bunu daha da aşağı seviyelere çekmeye çalışıyoruz.

Üniversite mezunu, dil bilen, vizyonu geniş, bizi yurtdışında en güçlü şekilde temsil edebilecek gençleri yetiştirelim biz öncelikle.

Önce eğitim sistemini ile yapılan reform değişikliklerini bir içimize sindirelim, onların takipçisi olalım.
İyi bir sistem ise eğer, diğer gelecek iktidarların dahi uygulayacağı bir seviyeye getirelim ki sonraki aşamaya geçme şansı olsun.

Yoksa bırakın 18’i, daha ileri yaşta olsalar bile bu gidişle değil ülkeyi, kendi hayatlarını bile yönetemeyecek bu ülke gençleri.

Neticede bunca yıl yaşananlar, bize hiçbir şey öğretememiş ne yazık ki!...

Biz o zaman neyi sorguluyoruz ki şu anda?

İlle de darbe yapılması mı gerekiyor bir ülkenin kaderini değiştirmek için?
Yanlış alınan kararlar, zamanı gelmeden yapılan reformlarda bazen bir ülkenin kaderini olumsuz yönde değiştirmiyor mu?
Değiştirmedi mi?
Hepimiz yaşamadık mı bunları?
Yaşamıyor muyuz hala sonuçlarını?

O yüzden…
Gençleri kazanalım evet ama kullanmayalım lütfen…
Onları en iyi şekilde hazırlayalım hem onların hem de ve kendi ülkemizin iyiliği için.

En ateşli çağlarında ufacık, yanlış bir kararlarının, ülkeye mal olmasına izin vermenin yolunu açmayalım.
Vebali büyük olur sonra…
Aradan yıllar geçse de, yaşıyor olsanız da, bu dünyadan gitmiş olsanız da vebali kalır hep boynunuzda.
Sonra o 18 yaşındakilerde bir gün sizin yaşınıza gelir, tıpkı sizin sorguladıklarınız gibi sizi sorgularlar.

Yanlış kararları hiç ama hiç unutmazlar…

Tıpkı sizin gibi. 


Ferda Şen


Bahçeşehirnews

E-mail: ferdasen@bahcesehirnews.com